Bu içerikte, İzmir’de beş küçük kardeşin anneleri yokken evlerinde çıkan yangında ölümüyle ilgili yaşanan trajik olay ve çocuk koruma sisteminin sorgulanması ele alınmaktadır. Çocuk hakları uzmanı Prof. Dr. Tarık Tuncay’a sorulan sorularla birlikte, ideal çocuk koruma sistemi ve çocukların korunması konuları ele alınmaktadır. İçerikte, annenin yetersizliği, toplumun sorumluluğu, Türkiye’deki çocuk koruma sistemi, geçici koruyucu aile modeli ve çocukların yüksek yararı gibi konular detaylı bir şekilde incelenmektedir. Ayrıca Norveç ve Almanya gibi ülkelerde uygulanan çocuk koruma modellerine de değinilmektedir. Bu içerik, çocuk hakları ve korunması konusunda farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır.
[ad 1]
Kaynak: www.hurriyet.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Kasım 18, 2024 07:00
İzmir’de beş küçük kardeşin anneleri yokken evlerindeki yangında ölümü yürekleri yakarken, ‘çocuk koruma sistemi’ de sorgulandı. En çok sorulan ise neden koruma altına alınmadıkları oldu. Akıllardaki soruları çocuk hakları uzmanı Prof. Dr. Tarık Tuncay’a sordum. İdeal çocuk koruma sistemi nasıl olmalı? Kötü koşullardaki çocuklar annenin itirazına rağmen korumaya alınabilir miydi?
İZMİR Selçuk’ta, 12 Kasım’da annelerinin yalnız bıraktığı derme çatma bir evde çıkan yangında 5 kardeşin feci ölümünden sonra Türkiye’de çocuk koruma sistemi sorgulanıyor. Anne mi devlet mi faciadan sorumlu? Beş kardeş neden devlet korumasına alınmadı? Çocuklar geçici olarak koruyucu aileye verilemez miydi? Komşular başta olmak üzere toplumun çocukların korunmasında sorumluluğu yok mu? Bu soruları, çocuk koruma sistemindeki aksaklıkları ve bir daha böyle bir facia yaşanmaması için yapılması gerekenleri Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü öğretim üyesi, çocuk hakları uzmanı Prof. Dr. Tarık Tuncay’a sordum.
TEHLİKELİ ÇARESİZLİK…
* İzmir Selçuk’taki faciada sadece annenin mi ihmali var?
Evet, annenin çocuklarına bakım kapasitesi ve yeterliliği çok azalmış olabilir. Bu durumda sosyal hizmet uzmanlarının, çocukların güvenliği için bakım tedbirini tereddütsüz uygulamaları gerekiyor. Ancak bu olayda annenin de en az çocukları kadar güçsüz olduğu, bir ‘tehlikeli çaresizlik’ içinde olduğu görülmeli. Sorunlarıyla başa çıkmaya çalışırken aile-akraba desteğinden yoksun kalmış bir kadın. Yalnızca ekonomik desteklerle kimse iyileşmez. Bu çabalar beklentimizin aksine sorunları derinleştiriyor ve ‘yardım bağımlılığı’na neden oluyor. Annenin madde kullanımı ve suça karışma öyküsü, yaşadığı travmaların bir sonucu olabilir. Anne için rehabilitasyon ve güçlendirme çalışmaları, çocukları için de sürdürülebilir bir gelecek yaratmanın tek yolu aslında.
TOPLUM DA SORUMLU
İzmir’deki yangın, bize acı başka bir hakikati daha hatırlattı: Böyle olaylarda toplum, vicdanını temizlemek için hızla bir “tanı” koyma, bir “suçlu” belirleme telaşına kapılır. Bir annenin ihmali ya da devletin yetersizliği deyip acıyı bir başkasının omzuna yükleyiveririz.
Bu elim hadisede annenin ihmali olduğu çok açıktır. Bakım verme yeterliliği çok şüphelidir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın sağladığı Sosyal Ekonomik Destek ve danışmanlık gibi çocuğu ailesi yanında koruma tedbirleri Çocuk Koruma Kanunu gereğince zaten uygulanmıştır. Fakat anneler en temel ihtiyaçlar için çalışmak zorunda kaldığında ve çocuklarını güvence içinde büyütecek bir sosyal ağ bulamadıklarında; asıl bu yalnızlık içimizi acıtmalı.
* Anne günah keçisi mi ilan ediliyor?
Anneyi günah keçisi ilan etmek kolay ama asıl zorluk onun bu tercihi yapmaya mecbur kaldığı toplumsal koşullara karşı bir çözüm bulmak.
10 BİN ÇOCUK KORUYUCU AİLEDE
* Türkiye’de çocuk koruma sistemi nasıl?
Türkiye’de uluslararası çocuk koruma hukukuna uygun olarak kurum temelli bakımdan koruyucu aile tipi bakıma geçişi sürdürülüyor. 2017’de koğuş tipi yurtların tümü kapatılmıştı ve sistem aile tipi çocuk evlerine dönmüştü. Çocuk koruma reformumuzun 20. yılına yaklaşıyoruz. Bugün 14 bin civarında çocuğumuz yatılı devlet koruması altında iken 10 bin civarında çocuğumuz koruyucu aile sistemindedir.
* Geçici koruyucu aile modeli mi uygulanmalı?
Esas mesele, çocukların mümkün olduğunca kendi aileleriyle desteklenmesi ya da geçici ve profesyonel koruyucu aile sistemleriyle güvence altına alınmasıdır. Çocuk Koruma Kanunu bu konuda nettir. Çocukların bir kucaktan diğerine, incitilmeden ve şefkatle belirli süre emanet edilmesi gerekir. Ne kuruluş temelli bakım ne de velayet gibi ağır kararlar çocuk koruma sistemimizin temel sorunlarını çözemez. Çünkü mesele yalnızca bir çocuğun güvenliği değil onun, yeniden kök salabileceği bir sevgi zemini bulabilmesidir.
GERİ EVİNE DÖNER
Örneğin bir öğretmen anne, durumu da uygunsa 6 yaşında bir çocuğu evinin bir odasında misafir edip ona koruyucu aile olabilir. Bu annenin kendi çocukları varsa bu kızımıza abla ve ağabeylik edebilir. Ya da anne trafik kazası geçirmiştir. Hiç yakını yoktur. Bu acil durumda çocuk annesinin altı aylık hastane tedavisi boyunca geçici olarak koruyucu aile yanında kalır. Geri evine döner. Bir çocuğun aç, yalnız ya da tehlike içinde olduğunu bildiğimiz halde hareketsiz kalmak, bize özgeciliğimizi, toplumsal vicdanımızı sorgulatmalı. ‘Edilgen merhamet’in kimseye yararı yoktur.
* Çocukların korunması kimin görevi?
Çocukların korunması sadece devletin, sosyal hizmetlerin ya da bireylerin değil toplumun bütün aktörlerinin ortak sorumluluğundadır. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, okullar ve hatta mahalle ve komşuluk sistemi çocukların güvenliği ve sağlıklı gelişimi için birlikte çalışmalıdır.
ÖNCELİK ONLARIN YÜKSEK YARARI
* Kötü koşullarda yaşayan bu çocukların velayeti ailelerinden alınmalı mı?
Vasat koşullarda yaşayan ailelerin dahi çocukları için yatılı kurumlardan daha sağlıklı bir ortam sunabildiği biliniyor. Çocukları aileden ayırmak kötü muamele tespit edilmediği sürece sosyal hizmet profesyonelleri için çok zor bir karar. İhmal vakalarında çocukları ‘annelerinden almak’, bir anlamda çocuğa yapılan bir kötülükle eşdeğer görülebiliyor. Sosyal hizmet uzmanları için bu kararlar iki ateş arasında kaldıkları durumlar. Ama günün sonunda, çocuğun yüksek yararı esastır ve gerekirse çocuk koruma ve bakım altına alınır. Bu noktada sosyal hizmet uzmanlarının ve ilgili meslek elemanlarının değerlendirmesi esas olmalı.
NORVEÇ VE ALMANYA ÖRNEKLERİ
* Aile çocuğu vermek istemiyorsa almak evrensel hukuk ilkelerine aykırı sayılır mı?
Çocuğun aile yanında büyümesi idealdir, ancak o bağlayıcı aile kavramının çocuk için sağlıklı bir ortam sunduğunu varsayarız. Aile, her koşulda çocuk için en iyi yeri sağlamıyorsa, üstün yarar ilkesi devreye girer.
* Örneğin Norveç’te komşular ya da okul çalışanları, çocukların güvenliği tehlikedeyse durumu sosyal hizmet kurumlarına bildirmekle yükümlüdür.
* Almanya’da, okul ve sağlık personeli, risk altındaki çocukları belirleyip desteklemek için sosyal hizmetlerle yakın işbirliği içindedir. Bu tür ülkelerde, komşular ve topluluklar çocukların ihmalini fark ettiklerinde bir uyarı mekanizması devreye giriyor. Yetkili kurumlar hızlıca harekete geçiyor.
Yorumlar kapalı.